29 Eylül 2014 Pazartesi

24 Eylül 2012 Pazartesi

Bursa da Zaman


Dostlar; KANGAL TEAM olarak bu haftasonu Bursa'daydık. 


KANGAL ve Sürüsü
İsmimiz iddalı ancak şu an sadece  ben ve KANGAL dan oluşuyor ekip :) Biz bize yeteriz deyip yollara düşüyoruz...

Uludağ yamaçlarından tırmanmaya başlıyoruz. Amacımız;  eğer ne olduğunu hatırlayabilirsek kaybettiğimiz o şeyi bulmak...
,

Ama önce  geçen hafta Bolu dağlarında bulamadığımız Kırat'ı buluyoruz Uludağ da ...




Kırat ı buluyoruz ama ormanda kayboluyoruz....Her yer aynı...Her şey aynı ...

Oysa istediğimiz farklı bir şey .... En azından benim istediğim...



Bir çam ormanın içinde inadına tek başına bir zeytin ağacı olmak mesela...böyle bir şey sanırım istediğim...


Alıç Ağacı

Kimin işine yarayacak diye düşünmeden bozkırın ortasında inadına meyve vermek ya da...istediğim böyle bir şey işte...




Kamp yerine bizden önce ulaşanlar var ... Gece buradayız.... Dostlarla hasbihal edeceğiz... Felsefi sorunlar tarşısacağız..... Honda ya  hangi yan çanta uyar önemli bir felsefi sorun bizim açımızdan mesela... ya da en hafif çadır hangisi...senin mont su geçiriyor mu üstad diye başlayan önemli meseleler var... yağ ve zincir muhabbetin önemli parçaları :) 


Ateş de Ateşmiş Haaa... Sabaha kadar yandı..

 
Gece ayaz çöküyor Uludağın eteklerine..herkes ateşe ve muhabbete daha bir yaklaşıyor...Ve üşenmeden motorun heybesinde taşınan fincan ve cezvelerle türk kahvesi servisi başlıyor :))  

Vazgeçilr mi bu sevdadan....

Sabah erken kalkıp yola düşüyorum.... Amacım yakınlardaki Kemaliye Köyüne ulaşmak.... Yakın dediysek Bursa'ya 80 Km.  Eh Motorcunun yakını o kadar olur artık...

Ama başımda çatlayacak gibi bir ağrı, köye varır varmaz bakkal Mustafa Amca da soluğu alıyorum.... 




Mustafa amca da yok yok...Gripin vermidon panalgin arasında seçim yapamıyorum bir süre :) Mustafa amca vermidon iyidir diyor... eh içelim o zaman....

Tabi söylemeye gerek yok Mustafa amca ilaca ve suya tüm ısrarıma rağmen para almıyor bir de çay ısmarlıyor "yorgunluğunu alır" diyerek..

Niye Kemaliye'deyiz... Romadan kalma bir köy Kemaliye...1000 yıllık bir tarihi var...



Sağ köşedeki Roma Kartalı kadar kadar gururlu Kemaliye İhtiyar heyeti.... 




İşte asıl ziyeret sebebimiz Kemaliye Camii. İçindeki resimler yazılar ve bezemeler 17. YY dan kalma...

Sözü biraz ona bırakalım...








Şu kilitteki zerafete işçiliğe bakar mısınız. Sizce sadece kapıyı kilitlesin diye mi yapılmış ? Adeta bir laleye benziyor. Tablo diye duvara asılır emin olun... 





Bu ustaların imzası meselesini ise tam çözemedim :)  "Kardeşim o kadar uğraştık yazdık çizdik, bitince de bu karpuzu kesip yedik" diye özetledim ben :)) 



Köyü dolaşıyorum...





Ekmek pişiren Hatice Nine ile karşılaşıyorum. Suretimi alma yavrum diye tembihliyor...Bu yaştan sonra  günaha girmeyelim diye de ekliyor... çekmiyoruz fotografını o yüzden...

Hatice Nine'yi durdurmak mümkün değil... gidip gelip bir şeyler buluyor.... dur otur diyorum ama yok...Önce  Sıcak ekmek ve tereyağı ortaya çıkıyor :)  Sonra bir yerlerden ceviz de bulunuyor ..Alaaaa..ekmek tereyağı ceviz....en son cekici de alıp geliyor Hatice nine ...rahat kır diyor... ye  cekinme...bende cekinmiyorum... ne yapayım üzeyim mi bu insanları :) 






Fotografta ne görüyorsunuz... Hiç derseniz kaybettiniz ....Hatice Ninenin köşesi bu işte. Yaşamsal araçlar bir arada...

Koltuğu, zopası ( evet zopa :) öyle diyor kendisi... köpekler için.) zopanın ucunda bağlı ip...koyun için...bastonu ve ateş içinde kozalak...ne fazla bir şey var ne eksik...





Kapılar ....Bir yerlere açılan ... ya da açılmayan kapılar....takıntım...




Sadeliğin olanca karmaşası karşınızda :))







Mevlit var köyde... oraya da davetliyim...Katılıyorum tabii...











Yol bizi bekler ....Kangal durdukça huysuzlanıyor... Bizde vedalaşıp bu güzel insanlarla  yola veriyoruz kendimizi yeniden...










İstanbulu ışıl ışıl bizi bekliyor buluyoruz....


Anlıyorum ki gezerek bulmak değil sadece neyi/neleri kaybettiğimizi hatırlamak mümkün...

20 Eylül 2012 Perşembe

Köroğlu'nun izinde...


Hafta sonu KANGAL TEAM olarak Bolu dağlarındaydık. Köroğlu ve Kıratı aradık, geyikleri kovaladık, göğe yükselen ağaçlara, aslının mı  yansımasının mı daha gerçek olduğu anlaşılamayan göllere, nilüferlere ve bir kandil gibi göğü dolduran yıldızlara  bakıp şaşırdık...

KANGAL TEAM ON THE ROAD

KANGAL 
Benden Selam Olsun Bolu Beyi’ne

Çıkıp Su Dağlara Yaslanmalıdır


Ok Gıcırtısından Kalkan Sesinden


Dağlar Seda Verip Seslenmelidir...






 Önümüzde Dağlar,  Ardımızda Bulutlar..yükseldikçe yaklaşıyoruz bulutlara... Çocuklar gibi şımarıyoruz... Şimdi aradan uzanıp tutacağız birilerini bu pamuk yığınlarının sanki...  


Dev ağaçlara özeniyoruz, uzanırız biz göge buradan işte diyerek, Bolu dağlarını arşınlıyoruz. Sonra Baobaplar geliyor aklımıza...

Dev gövdesiyle Afrika Savanlarından Tanrı'ya  ulaşmaya çalışan ve bir gazap yıldırımı ile Tanrının kendisini terr çeviriverdiği o efsanevi ağaç...utanıyoruz...


Tanrıyı kızdıran Baobap kalakalmıştır çölün ortasında ters yüz.... Sonrasında Küçük Prensin gezegenine filan musallat olur uzun hikaye :) 




Çıktığımız gibi ineceğiz yollardan, göller aşağıda....Yedigöllerin yolları muhteşem... Yani muhteşem bozuklukta ... ve umarım hep oyle kalır...Ne kadar azsak o kadar iyi :))



Kucaklıyor bizi doğa tüm sıcaklığı ve sakinliği ile ... ve sonra o konuşuyor, biz dinliyoruz. 







Hatta o kadar seviyoruz ki fısıldadığı hikayeyi, gece de devam ediyoruz dinlemeye..




Sabah yollar kıvrılarak, inerek, çıkarak nehirleri takip ederek, köyleri yoklayarak götürüyor bizi tekrar...






Huzur'un ne olduğunu anlamış olarak dönüyoruz Köroğlunun dağlarından ve onu hayatımızda bulmayı diliyoruz. 

10 Eylül 2012 Pazartesi


Bugün bir yolculuğa çıkacağız dostlarım...
Hep bildiğimiz ama hep unuttuğumuz şeyleri hatırlayacağız....

Kapıların ardına bakacağız, 
kilitlenmekten yorulmuş çelik kapılarımızın ardından başka kapılara yol arayacağız...

Kalabalıktan yorulmuş yolların ardımızda bırakıp yeni yollar arayacağız....Bambaşka yollar, bize gülümseyen...

Bizi unutanlara inat biz onları hatırlacayacağız...ve karşılıksız sevmelerin ve vermelerin dünyasına dalacağız sizinle...





Bu yolları tekrar tekrar geçeçeğiz birlikte, yüreğimiz kan kırmızı... Bizim hayat deneyimimiz başkasının tecrübesi olmuyor işte...Acı ama gerçek bu...Yani herkes kendi tecrübesi ile öğrenecek bu yolları .... herkes bu yollardan geçecek... 





 ve biz biliriz ki özgürlüğünü yaşayabilenler ve koruyanlar, herkes ve herşey karşısında onu fethedenlerdir.  

                       Yeşillikler arasına saklanmış köyleri fethediyorum bende özgürlük adına...





ve çocukluk masallarımın içine dalıyorum.... masal evleri buluyorum .... peri masalına ait evleri...



peri masalından kalma çiçekleri devşiriyorum aradan ....




Peri masalından kalma kapıları aralıyorum ve peri masalından kalma yollara iniyorum özgürlüğü fethetme adına....



Belki Cennet meyveleridir diyerek uzanıyorum dallara, haklıyım öyleler...renkleri ve tadları ile oradan gelmeler anlıyorum...
Kudret Amca...Çocukları için yetiştirdiği süs kabaklarından hediye ediyor.
Cennetin ihtiyarları vardır. Karşılıksız verirler ve karşılıksız severler sizi ilk kez görmüş olsalar bile....




bildiğimiz bir yer değil burası...para geçmiyor buralarda...her şey sevgi ve güven üzerine kurulmuş...kapılar kilitsiz, sofralar ortada...




anlıyorum ki daha gideceğimiz çok yol var, döneceğimiz çok kıvrım, unuttuğumuz çok şey var tekrar hatırlamamız gereken...yollar döndükçe başım dönüyor...




başka türlü bir şey benim istediğim
ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava..






çok sıkıcı ya hayatlarımız....şikayetçiyiz ya herşeyden sürekli ....



Azıcık eğiversek şu kadrajı...görmek istemediklerimizi de bir görsek...kimbilir neler değişir hayatımızda...



hayatımızdaki ve zihinlerimizdeki dört duvardan ibaret değil hayat, bir çıkabilsek o betonların arasından...Nefes alınacak ne yerler var aslında ... 


Kamil Abi "şöyle döndüreyim de öyle çek Zeliş'i diyor :))

 zeliş i elimizle beslesek her gün mesela, her öğlen çeşmeye indirsek...gülümsemeyi hatırlarız hayata..



ya da cumbadan uzanıp narları koparsak... vallahi mutlu oluruz eminim...





Yalnız sana gelen bir harita çiziyorum duvarların üzerine...dünya haritasından hallice.... o kadar uzaksın işte artık...





kapıları birer birer aralıyorum... biliyorum buralardasın... o küçük adımlarla ne kadar kaçılabilir ki uzağa ...


ışığı bulacağım bir gün bir kapının ardından biliyorum......




Belki bu gün burada değil ama biliyorum.... 



Dağ ile deniz arasına sıkışmış bir şey değil hayat...

Bir yol her zaman var gidebilene....


Hasan ve Ümmühan a nazik misafirperverlikleri için teşekkürler.
İsteyen uzaya bile gidebilir eminim, minik yusuf çok yıldız yakaladı o akşam...